Meral İpek I Eğitim Danışmanı
1 dakika okundu
01 Sep
01Sep


Masanın başındasınız. Saatler akıp gidiyor. Önünüzde kitaplar, renk renk fosforlu kalemler, belki bir bardak içecek. Dışarıdan bakıldığında her şey mükemmel. Sorumluluk sahibi, dersinin başında bir öğrenci portresi. Oysa içeride, zihninizin derinliklerinde bir şeyler yolunda değil. Okuduğunuz satırlar gözünüzün önünden birer yabancı gibi geçiyor, altını çizdiğiniz her cümle bir an parlayıp sonra hafızanızın boşluğunda kayboluyor. Bu, binlerce öğrencinin ve velinin her gün yaşadığı sessiz bir tükeniş anıdır. 

Sorun ne sizde, ne de çalışma isteğinizde. Sorun, içine düştüğümüz en büyük tuzakta: “Çalışmakla meşgul olmak” ile “gerçekten öğrenmek” arasındaki farkı gözden kaçırmakta.

İlki, yani “çalışmakla meşgul olmak”, konforlu bir alandır. Pasif bir şekilde kitabın sayfalarını çevirmek, saatlerce ders anlatım videosu izlemek veya notların altını defalarca çizmek. Bütün bunlar bize çalıştığımıza dair sahte bir tatmin duygusu verir. Çünkü bu eylemlerin içinde risk yoktur. Anlamadığımız bir yerle yüzleşmek, bir soruda takılıp kalmak gibi “başarısızlık” anları yaşanmaz. Sadece zaman akar ve biz de görevimizi yaptığımızı düşünerek kendimizi rahatlatırız. Bu, “sahte çalışma”nın sıcak ama verimsiz kucağıdır. 

Gerçek öğrenme ise bundan çok farklı bir yerde başlar. Cesaret gerektirir. 

Gerçek öğrenme; kitabı kapatıp, boş bir kâğıda “Ben bu konudan ne anladım?” diye yazmaya başlama cesaretidir. İşte o an, bilginin ne kadarının aslında size ait olmadığını fark ettiğiniz o rahatsız edici ama dönüştürücü andır.

Gerçek öğrenme; çalıştığınız konuyu sanki hiç bilmeyen birine anlatmaya çalışırken, cümlenizin ortasında duraksayıp kaldığınız o sessizliktir. Çünkü o sessizlik, ezberlediğinizle anladığınız arasındaki farkın en net fotoğrafıdır.

Gerçek öğrenme; çözemediğiniz bir matematik problemiyle dakikalarca boğuşup, sonunda pes etmek yerine çözümüne bakıp “Nerede hata yaptım?” diye sorma merakıdır. Çünkü gelişim, konfor alanının bittiği, mücadelenin başladığı yerde filizlenir.

Bu cesareti gösterdiğinizde, öğrenme süreci artık saatlerle ölçülen bir angarya olmaktan çıkar. Kısa ama son derece yoğun odaklanma anlarına dönüşür. Zihniniz, pasif bir alıcı değil, bilginin aktif bir işlemcisi haline gelir. 25 dakikalık tam bir konsantrasyonun, 3 saatlik dalgın bir okumadan neden daha değerli olduğunu işte o zaman anlarsınız. Gerçek öğrenme, bir maraton değil, kısa ve güçlü deparlar serisidir.

Ve belki de en önemlisi… Öğrenmenin en sihirli anı, masadan kalktığınızda başlar. O zorlu zihinsel antrenmandan sonra beyninize dinlenmesi, öğrendiklerini işlemesi ve yeni sinirsel bağlantıları kalıcı hale getirmesi için verdiğiniz zamandır. Özellikle de uyku. Bilgiyi kalıcı hale getiren çimento, siz dinlenirken atılır.

Eğer masada geçirdiğiniz saatler size yorgunluktan başka bir şey bırakmıyorsa, kendinize şu soruyu sorun: Bugün sadece çalışmakla meşgul müydüm, yoksa gerçekten öğrenmenin o rahatsız edici ama büyüten cesaretini gösterebildim mi?

Cevabınız, sadece sınav sonucunuzu değil, öğrenmeye olan tüm bakış açınızı değiştirebilir.


Yorumlar
* Bu e-posta internet sitesinde yayınlanmayacaktır.